Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon
25 sonuçtan 13 ile 24 arası
  1. #13
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    AFRİKA ÖYKÜSÜ- ÖZGÜRLÜK ŞARKILARI

    AFRİKA ÖYKÜLERİ- ÖZGÜRLÜK ŞARKILARI

    ÖZGÜRLÜK ŞARKILARI

    1995'te babam Ken Saro-Wiwa, Nijerya hükümeti tarafından öldürüldü. Bir komployu -yozlaşmış bir askeri rejim ile çokuluslu dev bir şirketin, toplumun kaynaklarını kendi çıkarları için kullanacağı ve çevreye zarar vereceği bir işbirliğine giriştiğini- ortaya çıkarma yürekliliğini gösterdiği için susturuldu. Babamın öyküsü, Afrika'nın öyküsüdür.

    Onunki gibi sesler susturulduğunda, diğerlerininki yükselir ve bunlar genellikle müzisyenlerin sesidir. Afrika'nın müzisyenleri kutsal bir yük taşıyor -onlar griotlar; Afrika'nın zengin, çeşitli ve çok karmaşık geçmişinin tarihçileri. Bu kişiler, toplumu eleştirirken halkın acılarını da dile getiriyorlar. Şarkıları Afrika'daki 900 milyon sesin karşılıksız kalmış özlemleriyle çınlıyor.


    Ken Wiwa ve büyükbabası Reis Jim Wiwa, Ken'in babası Ken Saro-Wiwa'nın fotoğraflarıyla poz veriyor. Ogoni halkının lideri Saro-Wiwa, 1995'te
    Nijerya hükümeti tarafından idam edildi. Jim Wiwa ise Nisan 2005'te yaşamını yitirdi.

    Kıtanın yakın geçmişinin büyük bölümüne, acımasız iç savaşlar, diktatörler ve soykırımlar adını yazdı. Kıtanın bazı yerlerindeki yoğun çatışmalar ile diğer yerlerindeki olumlu değişimler arasında kalan halkın, kendi kaderini belirleme gücü bazen artıyor, bazen azalıyor. Gana ve Benin'de istikrarlı geçen son yıllarda serbest seçimler gerçekleşirken, Zimbabve ve Eritre'de eylemciler ve gazeteciler hapse atılıyor veya öldürülüyor.

    Siyasetin doğru işlememesi Afrika'da, evleri ve kültürlerinden sürülmüş bir nesil yarattı. Babası 1977'de suikaste kurban gittikten sonra Uganda'dan kaçan müzisyen Geoffrey Oryema bunu bizim adımıza dile getiriyor. Batı'da popüler olan Oryema ve sürgündeki diğer Afrikalı müzisyenler, öykülerimizi dünyaya taşıyan çağdaş griotlarımız.

  2. #14
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    AFRİKA'NIN KONUMU

    AFRİKA'NIN KONUMU

    Afrika dendiğinde akla ilk ne geldiğini sorarsanız, alacağınız yanıtlar büyük olasılıkla "insanlığın beşiği"nden başlayıp, "yoksulluk" ve "kabilecilik"e dek uzanacaktır. Peki bir kıta nasıl oldu da böylesi uç noktaları simgeler hale geldi?
    Coğrafya ve tarih, bu soruya büyük ölçüde yanıt verebiliyor. Yengeç Dönencesi'nin kuzeyi ve Oğlak Dönencesi'nin güneyindeki ılıman bölgelere dek uzanan tek kıta olan Afrika'da, bu dar ılıman bölgelerin arasında geniş bir tropikal kuşak yer alıyor. Bu basit coğrafi gerçek günümüzde Afrika'yla ilgili birçok şeyi açıklayabiliyor. İnsanlık tarihi açısından bakıldığında ise burası, yaklaşık yedi milyon yıl önce evrim yolculuğunda kuyruksuz maymunlar ve ilk insanların yollarının ayrıldığı yer. Afrika yaklaşık iki milyon yıl öncesine kadar -Homo erectus buradan Avrupa ve Asya'ya yayılana dek- atalarımızın yaşadığı tek kıtaydı. İzleyen 1,5 milyon yıl boyunca her üç kıtanın nüfusu öylesine farklı evrim süreçlerinden geçti ki her biri farklı türleri barındırır hale geldi. Avrupa nüfusu Neandertal oldu, Asya'nınki Homo erectus olarak kaldı ancak Afrika'nınki evrim geçirerek türümüz Homo sapiens'e dönüştü. 100.000 ila 50.000 yıl öncesi arası bir dönemde Afrikalı atalarımız daha farklı bir köklü değişime de uğradı. Bu, karmaşık dilin gelişimi miydi? Ya da daha başka bir şey, örneğin nörolojik işlevlerde oluşan bir değişiklik mi? Bilmiyoruz. Ancak her ne ise, ilk Homo sapiens'i paleoantropologların deyimiyle "davranışsal olarak modern" Homo sapiens'e dönüştürdü. Beyinleri olasılıkla bizimkilere benzeyen bu insanlar da Avrupa ve Asya'ya yayıldı. Bu kıtalarda Neandertaller'i ve Asya homininlerini yok ederek veya onların yerini alarak; ya da bu türlerle melezleşerek tüm dünyada hâkim insan türü haline geldiler.

    Bu yüzdendir ki Afrikalılar diğer kıtalardaki insanlara göre yarışa önde başlamışlardı. Bu durum Afrika'nın bugün yaşadığı ekonomik zorlukları, diğer kıtaların başarısıyla da karşılaştırıldığında, iyice anlaşılmaz kılıyor. Yarışa birinci başlayan koşucudan beklenenin tam tersi bir durum. Yanıtları ise yine coğrafya ve tarih veriyor. İnsanlar arasındaki zorlu yarışın kuralları yaklaşık olarak 10.000 yıl önce tarımın başlamasıyla radikal bir değişime uğradı. Yabanıl bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi, atalarımızın doğada avcılık veya toplayıcılığa bağımlı olmak yerine kendi besinlerini yetiştirebilecekleri anlamına geliyordu. Bu da insanların kalıcı köyler kurup yerleşmesine, nüfuslarını artırmasına ve gıda üretiminde bulunmayanları -mucitler, askerler ve krallar- beslemesine olanak verdi. Evcilleştirme beraberinde ilk maden araçlar, yazı ve devletli toplumlar gibi diğer ilerlemeleri de getirdi. Sorun şu ki yabanıl bitki ve hayvanların çok azı evcilleştirilmeye uygun ve onlar da dünya üzerinde 7 bölgede yoğunlaşmış durumda. Dünyanın ilk ve en verimli tarım ve hayvancılık etkinlikleri; buğday, arpa, koyun, sığır ve keçinin evcilleştirildiği, güneybatı

    Asya'daki Verimli Hilal'de ortaya çıktı. Bu bitki ve hayvanlar Avrasya'da doğu ve batıya doğru yayılırken, Afrika kıtasının kuzeyden güneye uzanan toprakları bu hareketi durdurdu. Bitki ve hayvanlar kuzeyden güneye, doğudan batıya olana kıyasla, çok daha yavaş yayılma eğilimi gösteriyor çünkü farklı enlemlerde farklı iklimler, mevsimler, gün uzunlukları ve hastalıklara uyum sağlanması gerekiyor. Afrika'nın yerli bitki türleri -darı, yağ palmiyesi, kahve, ak darı ve tatlı patates- Asya ve Avrupa'da tarımın başlamasından binlerce yıl sonrasına dek evcilleştirilmedi. Afrika'nın coğrafyası yağ palmiyesi, tatlı patates ve ekvatoral Afrika'da yetişen diğer ürünlerin güneydeki ılıman bölgeye yayılmasını önledi. Günümüzde Güney Afrika'da kıtanın en verimli tarım alanları bulunsa da, yetiştirilen bitkiler çoğunlukla -Avrupalı sömürgeciler tarafından doğrudan gemiyle getirilen buğday ve üzüm gibi- kuzey ılıman kuşak bitkileri. Bu bitkiler Afrika'nın ortasındaki geniş tropikal kuşaktan geçerek güneye yayılmayı hiç başaramadı.

    Verimli Hilal'de evcilleştirilen koyun ve sığırların Akdeniz'den Afrika'nın güney ucuna ulaşmaları yaklaşık 5000 yıl aldı. Kıtanın yerli hayvanlarını -beçtavuğu, belki eşek ve bir tür sığır dışında- evcilleştirmek olanaksızdı. Evcilleştirilmiş zürafa etiyle beslenen ve dev gergedanların sırtında art arda ilerleyen süvari gruplarıyla desteklenen bir Afrika ordusu, cılız atların üstündeki, koyun etiyle beslenmiş askerleri yenmek üzere Avrupa'ya girseydi eğer, tarih başka türlü yazılabilirdi. Bunun gerçekleşememesi ise Afrikalılardan değil, evcilleştirilemeyen hayvanlarından kaynaklanıyor.

    İşin ilginç yanı, insanların Afrika'daki uzun süreli varlığı, olasılıkla, kıtadaki büyük hayvan türlerinin bugüne dek ulaşmasını sağladı. Afrika'daki hayvanlar milyonlarca yıl boyunca insanlarla birlikte evrim geçirirken, ilk atalarımızın ilkel yöntemleri de aşamalı olarak gelişerek avlanma konusunda üstün yeteneklere dönüştü. Ve bu aşamalı gelişim de, hayvanlara hayatta kalmalarını sağlayacak kadar insanlardan korkmayı ve avcı insanlardan kaçınmayı öğrenecek süreyi tanımış oldu. Afrika'nın tersine, insanların Kuzey ve Güney Amerika ile Avustralya'da yerleşik olduğu yıllar sadece on binlerle ifade ediliyor. Bu kıtalardaki büyük hayvanların şanssızlığıysa, karşılaştıkları ilk insanların gelişmiş beyinleri ve avcılık yetenekleriyle, tam anlamıyla modern insan olmasıydı. Bu hayvanların çoğu -tüylü mamutlar, kama dişli kediler ve Avustralya'daki gergedan büyüklüğündeki keseliler- insanların gelişinden kısa bir süre sonra yok oldu. Türlerin tümü, avcılardan sakınmayı öğrenene dek ortadan kalkmış olabilir.

    Ne yazık ki Afrika'da insanların uzun süredir yaşıyor olması bir diğer olgunun daha gelişmesini sağladı: hastalıklar. Kıta bazı hastalıkların -sıtma, sarıhumma, Doğu Afrika uyku hastalığı ve AIDS- yayıldığı bölge olma konusunda haklı bir üne sahip. Gerek bu sayılanlar gerekse diğer birçok hastalık, hayvanlarda hastalığa yol açan mikropların diğer türlere geçerek insan hastalığına evrilmesiyle ortaya çıktı. Bir türe uyum sağlamış mikrobun bir diğer türe uyum göstermesi zor olabiliyor ve evrimsel zamana göre uzun sürebiliyor. İnsanlığın beşiği olan Afrika'da ise zaman, gezegendeki diğer bölgelere göre çok daha yeterliydi. Bu durum, Afrika'nın bunca hastalığın doğum yeri olmasını yarı yarıya açıklıyor; diğer yarısı ise insanlara en yakın hayvan türlerinin -mikropları türler arasında geçiş yapmak için en az uyum gerektirenler- Afrika insansı maymunları ve maymunlar olması.

    Afrika, uzun tarihi ve coğrafyası tarafından farklı biçimlerde de şekillendirilmeyi sürdürüyor. Kıta Afrikası'nın en zengin on ülkesinden -kişi başına düşen yıllık gayri safi yurtiçi hasılası 3500 doların üzerinde olanlar- dokuzu kısmen veya tamamen ılıman bölgelerde bulunuyor: kuzeyde Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas; güneyde ise Svaziland, Güney Afrika, Botsvana ve Namibya. Gabon bu listede yer alan tek tropikal kuşak ülkesi. Üstelik, kıta Afrikası ülkelerinin neredeyse üçte birinin (47'de 15) denize kıyısı yok ve okyanustan kıta içine uzun mesafeler boyunca gemiyle ilerlenebilen tek nehir de Nil. Ağır malları en ucuza taşımanın yolu akarsular ve coğrafya bir kez daha Afrika'nın gelişimine engel oluyor.

    Tüm bu etkenler akla şu soruyu getirebilir: Afrika kıtası, ya da en azından ortadaki geniş tropikal bölge, sonsuza dek savaşlara, yoksulluğa ve yıkıcı hastalıklara mı mahkûm? Benim yanıtım "kesinlikle hayır". Afrika gezilerimde, birçok ülkede farklı etnik grupların birarada uyum içinde nasıl yaşadığını görünce hayrete düştüm (dünyanın diğer bölgelerindekine kıyasla çok daha uyumlular). Her yerde olduğu gibi Afrika'da da insanlar yoksulluktan kurtulabilmek adına, azalan kaynaklar için komşularıyla savaşmaktan başka çözüm bulamadığında gerilimler yaşanıyor. Ancak Afrika'nın birçok bölgesinde kaynak bolluğu var: Orta Afrika akarsuları bol miktarda hidroelektrik enerji üretiyor; Afrika'nın doğu ve güneyinde büyük hayvanlar başlıca ekoturizm gelir kaynaklarını oluşturuyor; ve daha çok yağış alan bölgelerde ormanlar iyi idare edilir, ağaçlar devamlılıklarını sağlayabilecekleri şekilde kesilirse, kârlı ve yenilenebilir bir gelir kaynağı haline gelebilirler.

    Afrika'nın sağlık sorunları ise doğru planlama ve kaynakla büyük ölçüde giderilebilir. Geçtiğimiz yarım yüzyılda Asya'daki bazı eski yoksul ülkeler, tropikal hastalıkların ekonomik gelişimlerinin önünde büyük bir engel oluşturduğunu fark etti. Kamu sağlığına yatırım yaparak bu hastalıkların başarıyla üstesinden geldiler ve halkın sağlığı ekonomilerini de daha sağlıklı bir hale getirdi.

    Afrika'nın geleceği için en iyi olasılık ne? Kıta eğer sağlık sorunları ile birçok hükümet ve kurumu sarmış olan yolsuzlukla baş edebilirse, bugün Hindistan ve Çin'de olduğu gibi, günümüzün küreselleşmiş, teknolojik dünyasından yararlanabilir. Teknoloji, coğrafyasının -özellikle de akarsularının- Afrika'da oluşturduğu engellerin aşılmasını sağlayabilir. Afrika ülkelerinin neredeyse yarısında İngilizce konuşuluyor; bu ticari ilişkiler açısından önemli bir ayrıcalık ve İngilizce bilen eğitimli bir iş gücü birçok Afrika ülkesinde hizmet sektöründeki iş olanaklarını artırabilir. Eğer Afrika yüzünü parlak bir geleceğe dönecekse en azından bir süre daha dış yatırıma gereksinim duyulacak. Afrika'ya aralıksız yardım veya askeri müdahalenin maliyeti; çatışmaları, sağlık sorunlarını çözerek ve yerel kalkınmayı destekleyerek gidermenin maliyetinden binlerce kat fazla. Afrika ülkeleri dünyanın huzurlu ve gelişen üyeleri olarak gezegenimizdeki yerlerini alırsa, yalnızca Afrikalılar değil hepimiz daha sağlıklı ve güvende olacağız.

  3. #15
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    KİMBİLİR!!!

    KEMİKLERİ DOĞRU YERLERDE Mİ ARIYORUZ?

    Bilim insanları mantıklı örüntüler bulma ve veriyi tutarlı bir anlatıya dönüştürme konusunda ne kadar başarılı olsalar da insanın kökenlerini araştırmak zor bir iş: Kemiklerin öyküsü oldukça karmaşık. Karakterler gitgide çoğalıyor. Olay örgüsü içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bu, henüz tamamlanmamış, olağanüstü bir öykü.

    Yarım yüzyıldan uzun bir süre önce, paleoantropoloji bilimini inceleyen ünlü biyolog Ernst Mayr, birbirinden farklı tüm karakterleri -Pekin insanı, Cava insanı ve Homo erectus- gördü ve aslında hepsinin aynı tür olduğunu ortaya çıkararak, bu karmaşık öykünün toparlanmasına yardımcı oldu. 1960'lara gelindiğinde ise insanın kökenlerini anlatan ders kitapları oldukça anlaşılır bir hale gelmişti: İnsanlar Afrika'da evrim geçirdi; Homo habilis Homo erectus'u, o da Homo sapiens'i doğurdu. (Neandertaller ise oyunu bozuyordu.)

    Bugün paleoantropoloji alanında yine müthiş bir kargaşa var. İnsanların altı ya da yedi milyon yıl önce Afrika'da yaşayan bir primatın soyundan geldiğini söyleyen evrim kuramı, bilim dünyasında genel kabul görüyor. Ve temel noktalar belirlenmiş olsa da, bazı ayrıntılar gizemini hâlâ koruyor.

    Washington, D.C.'deki Smithsonian Ulusal Doğa Tarihi Müzesi'nden paleontolog Hans Sues, "Soyağacımız diğer hayvanlarınkinden farklı değil. Birçok çıkmaz yol var. Bazı dönemlerde üç, belki de dört tür homininin yaşadığı bile olmuş," diyor.

    Kemiklerin her bölgede fosilleşmemesi, araştırmalara engel oluyor. Örneğin, yağmur ormanlarında kemikleri hızla çürüyen şempanzelere ait fosil yok. Harvard Üniversitesi'nden paleoantropolog Dan Lieberman, "Bir habitat tümüyle kayıp" diyor.

    Lieberman, yeni bir Mayr'ın çıkıp tüm bunların anlamını çözme zamanının geldiğini söylüyor. Bazı meslektaşlarının insanın kökenlerini görece sınırlı bir dizi fosile, özellikle de Büyük Rift Vadisi'nde bulunanlara, dayandırarak açıklamaya çalışmalarının, koşulları fazla zorlamak olduğunu düşünüyor.

    Lieberman, "Neleri bilmediğimiz konusunda pek dürüst olduğumuz söylenemez," diyor. "Bazen bu taşlardan elde edilmesi mümkün olmayacak kadar çok bilgiye ulaşmaya çalıştığımızı düşünüyorum."

    Dan Lieberman'ın bu düşüncesi bazılarını kızdırıyor. Doğu Afrika'da çalışan paleoantropolog Tim White "Fosil arayanlar, en yüksek potansiyele sahip olan noktalara odaklanıyor," diyor. "Lieberman veya Sues'un diğerlerinin bakması gereken yerler konusunda önerileri varsa bunu neden paylaşmıyorlar?"

    Dünya kusursuz bir veritabanı sunmuyor. Ancak yine de, bizim isteğimiz aynen Newton'ın, elmanın yere düşmesi ve gezegenlerin hareketinin yerçekimi adı verilen aynı basit güçle yönetildiğini fark etmesi gibi karmaşık sorunlara bilimsel ancak "abartılı olmayan" açıklamalar getirmek. Ne var ki evrim süreci, elmanın yere düşmesi gibi gözlemlenemiyor. Yaşam -modern bilimin tüm çabalarına rağmen- çok karmaşık.

  4. #16
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    1' DEN 7 ' YE

    1 DEN 7 YE



    Maathai, ülkesi Kenya'yı yeniden ağaçlandırmak ve iş olanakları sağlamak için 1977'de bir ağaç dikme kampanyası başlattı. Ancak beklenenden fazlası oldu. Maathai'nin Yeşil Kuşak Hareketi (Green Belt Movement) günümüzde dünyaya esin kaynağı olan çevresel ve siyasi bir güç. Bir zamanlar muhalif olduğu düşünülen Maathai, bugün hükümet içinde yer alıyor: Oyların yüzde 98'ini alarak Kenya Parlamentosu'na girdi ve şu anda çevre bakanı yardımcısı. Maathai, 2004'te kazandığı Nobel Barış Ödülü'nün ardından "Doğayı korumak barışın korunmasıyla doğrudan ilgilidir" dedi. Bu yedi konu Wangari Maathai'nin geçmişi ve gelecekle ilgili umutlarına ışık tutuyor.

    1
    Çevre Ulusal düzeyde üzerinde çalıştığımız birçok konu aslında daha büyük sorunların belirtisi. Bu gibi belirtiler konusunda endişe etmek yerine, nedenleriyle ilgili kaygı duymalıyız. 1970'lerde Nairobi Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi'nde öğretim üyesiyken, sık sık kırsal bölgelere gidiyordum. Yağmur yağdığında, toprağın üst tabakasının suyla sürüklendiğini görüyordum. Kadınlarsa yakacak odun, temiz su ve besleyici gıdalara olan gereksinimlerini dile getiriyorlardı. Tüm bunların birbiriyle bağlantılı olduğunu fark ettim. Kenya'nın ormanları ekim alanlarına dönüştürülmüştü. Ülkemizin satılmak üzere ekilen ürünlere öylesine gereksinimi vardı ki, onları yetiştirebilmek için birçok bitki yok edilmişti. Arazinin küçültülmesi yaygınlaşmıştı.

    2
    Yetkilendirme Kenya Ulusal Kadınlar Konseyi'nin bir toplantısında -ağaçlar, odun ve gıda sağlayacağı ve toprak kaymasını durduracağı için- bu sorunları çözmek üzere kadınların ağaç dikim işinde çalıştırılmasını önerdim. Daha sonra dönemin hükümetiyle karşı karşıya geldik. Bizimle ağaç diktiğimiz için değil, örgütlendiğimiz ve çevrenin kötü yönetimine meydan okuduğumuz için savaştıklarını anladık.

    3
    Eğitim İnsanlar çevre ve hükümet arasındaki bağlantılar konusunda eğitildiğinde, her ikisini de geliştirebilir. Yurttaşlık ve çevre üzerine eğitim programları sayesinde kayıtsızlıklarını yitirip, harekete geçebilirler.

    4
    İyi yönetim İnsan haklarına saygılı bir hükümet olmadığı sürece, kamusal araziler özelleştirilerek çevre yavaş yavaş yok edilecek. Kenya'da yıllardır çatıştığımız sistemi değiştirdik ve şimdi daha demokratik bir hükümete sahip olduğumuz için gurur duyuyoruz.

    5
    Sürdürülebilir kalkınma Çevresel gereksinimlerin göz önünde bulundurulması gerekiyor. Eğer kaynakları daha sorumlu bir şekilde yönetir ve daha adil paylaşabilirsek, bunlar üzerine yaşanan çatışmalar azalacaktır.

    6
    Çalışma İnsanların yaşadıkları yerlerde olanak ve kaynak gereksinimi var. Bunlar karşılanamadığında ise büyük kentlere göç ediyorlar. Kenya bu soruna karşılık, yoksulluğu hedef alarak, gençlere iş dünyasındaki yarışta yer alabilmek için gereksinim duydukları becerileri edindirmek amacıyla kırsal alanlara kaynak ayırmayı içeren çözümler üretti.

    7
    Gelecek Kadınları onurlandıran ve ödüllendiren bir dünya yaratmak için çalışırken, kızlarımıza bakıyor ve geleceği düşünüyoruz. Sadece Afrika değil, tüm dünyadaki kız çocuklarının bundan esinlenmesini; kendilerini adayarak ve sabırla, önemli şeyler başarabileceklerinin farkında olmalarını diliyorum.

  5. #17
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    AFRİKA!!!

    AFRİKA,



    İki küçük uçak ve sarsılmaz bir kararlılıkla yola çıkan kâşif ve doğa korumacı J. Michael Fay, 40.000 litre benzin ve 21 ülkenin ardından elde ettiği 92.000 fotoğrafla, insanoğlunun Afrika kıtasında bıraktığı izleri belgeledi.

    Nijer'in orta bölümlerinde, eski kervan yolları üzerindeki bir ticaret kenti olan Agadez'in hemen kuzeyinde Aïr Masifi uzanıyor. Geniş bir alana yayılan bu sıradağlar, Sahra üzerinde, krema okyanusunda yüzen kömürden bir mavna gibi yükseliyor. Aïr'in yükseltileri ve platoları, Paleozoik kumtaşı ve yakın dönemde donan lavlar da dahil olmak üzere karmaşık kaya türlerinin karışımından çok uzun bir sürede oyulmuş. Ancak yarattıkları etkiyi tanımlamak için bu denli teknik terimlerin kullanılması gerekmiyor: Onlar kıraç, koyu, sarp ve büyük dağlar...

    Dar vadileri (yerel terminolojide kori adı veriliyor) suyla oyulmuş ama kurak mevsimde buralarda yalnızca kum bulunuyor. Yükseklerdeki kayalıklar boyunca gözlemlenen -geçmiş dönemlerin toynaklılarının açtığı- patikalar, zor koşullara uyum sağlayabilen Berberistan koyunu için bu toprakların bir dönemler uygun bir yaşam alanı olduğuna işaret ediyor. (Berberistan koyununun, Kuzey Afrika'daki yaşam alanlarının büyük bölümünde artık nesli tükendi ya da tehlike altında.) Bu yaşam alanı hâlâ iyi durumda olabilir ama koyunlar aşırı derecede avlanma sonucu tükenmiş gibi görünüyor. Dağların arasında asfalt yol yok ve çok az yerleşim göze çarpıyor. Daha büyük kori'lerin yüzeyleri boyunca görülen 4x4 araç izleri bir yana bırakıldığında, bölgede insan varlığını akla getiren işaretlerin başında dağların eteklerine seyrek olarak serpiştirilmiş taş yığınları geliyor. Her bir yığın, geçmiş dönemlerden kalma bir mezar. Irak topraklardaki bu gösterişsiz mezarlar çoğunlukla yağmacılardan kurtulmuş ve ancak alçak irtifa uçuşu yapan bir uçaktan bakıldığında kolayca görülüyorlar. J. Michael Fay de onları ılık bir aralık sabahı, kendisinden başka 3 yolcu daha taşıyan evladiyelik Cessna 182 masifin kuzeydoğu eteklerine yaklaşırken fark ediyor...

    Üzerinde radyo istasyonunu tanımlayan G-OWCS harfleri yazılı kırmızı Cessna, veri toplamak için özel olarak donatılmış. Bu harfler, Fay'in 20 yıldır Afrika'da yürüttüğü pek çok projeyi destekleyen Yaban Hayatı Koruma Derneği'ni (WCS) simgeliyor. Uçak bir oyuncağı andırsa da önemli görevler üstlenmiş. Uçuş sorumlusu, Mario Scherer adlı genç bir Avusturyalı pilot. Yolcu koltuğunda -bu yolculuk için özel olarak tasarlanmış donanım ve kablolardan oluşan karmakarışık bir yığının arasında- Fay oturuyor. Tüm yeryüzü şekillerini adeta yalayarak yol alıyor; kâh bir daire çiziyor, kâh bir kanadın üzerine yatıyor ya da dorukları göz hizasında bırakacak şekilde dağları sıyırarak cesaretle yükseliyorlar. Uçağın sağ kapısına her 20 saniyede bir otomatik olarak yüzeyin dikey fotoğraflarını çeken yüksek çözünürlüklü, dijital bir kamera yerleştirilmiş. Saat, enlem, boylam ve irtifa bilgilerini içeren GPS verilerinin işlendiği her fotoğraf, Fay'in kucağındaki -fotoğraflara notlarını iliştirebileceği- bilgisayara yükleniyor. Uçağın ilerlediği güzergâhı ekranındaki haritada gösteren bir diğer bilgisayar ise sol dirseğinin altında. Fay bıkıp usanmaksızın bir bilgisayar ekranına, bir üzerinden geçtikleri araziye bakıyor.

    Uçağın içi oldukça dar. İki koltuğun arkasında, uzun uçuşlar için çok gerekli olan -yolculuğa katılma cesaretini gösterenlerin üzerine oturabilecekleri- 80 litrelik yedek yakıt tankı duruyor. Ufak tefek ve yerinde duramayan bir adam olan Maurice Ascani ile bu "ahmak koltuğu"nda dip dibeyiz. Bedeni küçük, kişiliği ise çok büyük bir alanı kaplıyor...

    Sözünü esirgemeyen Ascani, yaşamını Nijer'in yaban hayatına adamış, Fransa doğumlu bir Nijerli. Çevre korumacı yerel bir grup olan SOS Faune du Niger'in halkla ilişkiler sorumlusu olarak görev yapıyor. Ülkenin Sahra üzerindeki ıssız topraklarında 30 yılı aşkın süredir yolculuk ederek fotoğraf çeken; çöl kabileleriyle dostluk kuran; faunayı gözlemleyen; Berberistan koyunu, büyük sarmal boynuzlu antilop ya da açık renkli antilop vb. türlerin sayılarının azalmasını izleyen Ascani, bu hafta Fay'in uzman rehberi rolüne iyi hazırlanmış. Deneyim, Ascani'nin heyecanından hiçbir şey götürmemiş. Dağları ilk kez görüyormuşçasına başını pencereye yaklaştırıyor ve sık sık dirseğiyle beni dürterek aşağıda bir şeyleri gösteriyor. "Voyez!" ("Bak!") Ya da öne doğru eğilip bağırarak pilota önerilerde bulunuyor. Kıpırdamadan oturmaya niyeti olmaması dışında Ascani'yi bizden ayıran bir diğer nokta da uçak Arakao'ya yaklaşırken neyle karşılaşılacağını biliyor olması.

  6. #18
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Oct 2005
    Mesajlar
    639
    İtibar Gücü
    0
    saolasın bazı şeyler çok işime yaradı dewam dewam

  7. #19
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0
    YENİ MASAUSTU KARTLARI BUYRUN








  8. #20
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    BÜYÜK GİRDAPTA YAPILAN DEV KEŞİF



    BÜYÜK GİRDAPTA YAPILAN DEV KEŞİF

    Sac Nehri kıyısında yapılan kazılar, Amerika'nın ilk yerleşimcileri hakkında pek çok veriyi gözler önüne seriyor. Yükselen suların hergün yeni kanıtları sürükleyip götürdüğü kazı alanındaki arkeologlar, nehirden daha hızlı davranmak zorunda.

    Neal Lopinot ve çamura bulanmış ekibi, güneybatı Missouri'de, Sac Nehri'nin oldukça yakınlarında bir acil kurtarma çalışması yürütüyor. Ekibin tüm üyeleri zamanın çok azaldığının bilincinde. Adını yakınlardaki büyük, doğal bir girdaptan alan Big Eddy (Büyük Girdap), tarihöncesi Kuzey Amerika'ya ilişkin tam bir hazine niteliğinde. Tehdit: Nehrin yukarı çığır bölgesinde, on kilometre uzaklıktaki Stockton'da, tam kapasite çalışırken dakikada 11 milyon litre su püskürten, ağır kanlı Sac'i bir savak yatağına çeviren ve nehir kıyısını yılda bir metrenin üzerinde erozyona uğratan hidroelektrik baraj. Lopinot, "Alanı kazdığımızdan çok daha büyük bir hızla kaybediyoruz," diye yakınıyor. "15 yıldan kısa süre içinde, belki daha da önce, Big Eddy yok olacak."

  9. #21
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    KUŞ GRİBİ



    KUŞ GRİBİ

    Güneydoğu Asya'da tavukları katleden bir virüs artık insanları da öldürüyor. Küresel bir salgının yaklaşmakta olduğu konusunda kaygı duyan uzmanlar, bu virüsün, insandan insana geçme yetisini geliştirmeden önce durdurulması için savaşıyor.

    Çoğumuz için grip, rutin diş kontrolü gibi, her yıl katlandığımız can sıkıcı bir olgu. Bazıları grip aşısının, yaptırmak için çekilen sıkıntıya değmediğini düşünüyor. Ama grip sanıldığından çok daha tehlikeli olabilir. Bu virüs çok küçük damlacıklar aracılığıyla öylesine kolay bir şekilde yayılıyor ki her yıl dünya genelinde 300 ila 500 milyon arasında kişi bu hastalığa yakalanıyor; sadece ABD'de, çoğunluğu yaşlılar olmak üzere, yaklaşık 36.000 kişi ölüyor. Öylesine hızla mutasyona uğruyor ki, kimse hiçbir zaman tam olarak bağışıklık kazanamıyor ve her yıl yeni bir aşı geliştirilmesi gerekiyor.
    Bu bilinen, sıradan grip. Ama Güneydoğu Asya'da can alan hastalık sıradan grip değil. Bu hastalığın başlıca kurbanları tavuklar; yüz milyondan fazla tavuk, gerek hastalık gerekse denetim çabalarının çoğunlukla başarısız kalması nedeniyle öldü. Tavukların enfekte olmaları sıra dışı bir olay değil; hatta kuş gribi virüslerinin sayısı, insanlara etki edenlerden çok daha fazla. Ancak, 40 yıldır grip virüslerini inceleyen araştırmacı Robert Webster, Ngoan?ı öldürenin benzerine hiç rastlamamış.
    Webster, Bu virüs, mutasyona uğramadan önceki yapısı ile dahi son derece patojen olması açısından, bugüne kadar gördüğüm ya da üzerinde çalıştığım virüsler arasında olasılıkla en kötü enfluanza virüsü diyor. Sadece hastalığın bulaşmasının ardından birkaç saat içinde şişerek kanamadan ölen tavuklar için ürkütücü boyutta ölümcül bir hastalık olmakla kalmıyor, laboratuvar farelerinden kaplanlara kadar memelileri de benzer bir etkiyle öldürüyor. Bazı bölgelerde Ngoan hastalanmadan birkaç gün önce çiftliğinde ölen birkaç tavuk gibi kümes hayvanlarından bu virüsü kapan insanlar da oldu. Ve bilinen olguların yarısı ölümle sonuçlandı.
    Bu ölümler birçok halk sağlığı uzmanına göre yaklaşan felaketin habercisi. Aynen bir topuzun üzerindeki çivileri andırır biçimde yüzeyine diken gibi saplanmış iki proteinin yapılarına bakılarak H5N1 adı verilen bu virüsün kuşlardan insanlara geçmesi kolay değil, insandan insana geçmesi ise çok daha zor. Webster, Bulaşma sürecinde hayvandan insana o ilk adımı aşabiliyor ama sonra insandan insana kolayca yayılamıyor, diyor. Tanrıya şükür ki böyle... Yoksa başımız büyük derde girerdi.
    Belki de H5N1, her yıl işyerlerinin ve dersliklerin boşalmasına neden olan sıradan grip enfeksiyonları gibi insandan insana yayılmanın püf noktasını asla öğrenemeyecek. Belki de yapamıyor. Ya da belki, virüsü kökünden temizlemeye yönelik bugüne kadar çoğu yetersiz mali kaynakla desteklenen ve süreklilik içermeyen girişimler başarıya ulaşacak. Ancak uzmanlar ısrarla dünyayı olası en kötü senaryoya karşı hazırlıklı olmaya çağırıyor.

  10. #22
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    HAWAİİ NİN SIRASIŞI KRALLIGI



    HAWAİİ NİN SIRADIŞI KRALLIĞI

    Adalar zincirinin, 1900 kilometre boyunca uzanan sıra dışı sualtı krallığındaki inanılmaz renkli ve bereketli yaban hayatı, kırılgan yaşamlarını tehlikelere açık olarak sürdüren pek çok canlıyı barındırıyor.

    Adalar zincirinin, 1900 kilometre boyunca uzanan sıra dışı sualtı krallığındaki inanılmaz renkli ve bereketli yaban hayatı, kırılgan yaşamlarını tehlikelere açık olarak sürdüren pek çok canlıyı barındırıyor.
    İnsanların yaşadığı Hawaii?nin ötesinde, ada zinciri, 1900 kilometre boyunca daha yaşlı bir dünyaya doğru uzanıyor. Burada, capcanlı, bereketli ve tehlikelere açık bir yaban hayatı hüküm sürüyor. Kırmızı alge dolanmış bu genç müren gibi sıra dışı görünüm sergileyen canlıları tüm ayrıntılarıyla görüntülemek için bir akvaryum kurduk. Ve beyaz bir arka planın önünde fotoğraflarını çekip, onlara hiç zarar vermeksizin yeniden resife ya da kıyıya bıraktık.

    Hawaii?nin adaları art arda, hâlâ Büyük Ada?da patlamalara neden olan volkanik sıcak noktada doğdu. Dur durak bilmeden ilerleyen Pasifik levhası ise adaları birer birer kuzeybatıya doğru taşıdı. Bu levha yılda ortalama on santimetreden az bir mesafe ilerledi ve bu nedenle Kure Atolü?nün Kuzeybatı Hawaii Adaları?nın en uç noktasında yerini alması yaklaşık 30 milyon yıl aldı. Bu süre içinde zamanın ve denizin güçleri, adaların şekil ve düzeylerini değiştirerek onları volkanik kalıntılara, atollere ve sığlıklara dönüştürdü. Ve bunların tümünün kaderinde sürekli hareket etmek, batmak ve Kure?nin ötesinde, denizin altında uzanan denizaltı volkanları zincirine eklemlenmek yazılıydı.

  11. #23
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    TRAFALGAR SAVAŞI

    TRAFALGAR SAVAŞI



    Amiral Nelson, günümüzden 200 yıl önce, 21 Ekim 1805'te, cesur bir deniz manevrasıyla Britanya filosunu Fransız ve İspanyolların oluşturduğu Birleşik Donanma'nın üzerine sürdü. Zafer, Britanya'nın olacak, ancak yelkenli gemilerle yapılan son büyük savaşlardan biri olan Trafalgar'da tek bir mermi Nelson'ın sonunu hazırlayacaktı.

    Yüzbaşı Paul Nicolas, 74 toplu savaş gemisi Belleisle'nin kıç güvertesinin ön tarafında ayakta dururken düşünebildiği tek şey yere yatmaktı. Yorulduğu için değildi bu. Sadece 16 yaşındaydı ve gemide yeniydi. Artık ilk savaş deneyimini yaşayacaktı. Güney İspanya'da, Cádiz yakınlarındaydılar. Tarihler, 21 Ekim 1805'i gösteriyordu ve saat öğlen 12'yi henüz geçmişti. Belleisle denizi yararak düşmana doğru ağır ağır ilerlerken Nicolas, 33 Fransız ve İspanyol gemisinden oluşan ve kuzeyde Roche Burnu'ndan güneyde Trafalgar Burnu'na kadar kilometreler boyunca uzanan hilal şeklinde bir hat gördü.
    Belleisle'nin mürettebatı pür neşeydi. İki aydan uzun bir süredir Johnny Crapaud'la bu, Fransızlara verdikleri addı savaşmayı bekliyorlardı. Topçular toplarının üzeri-
    ne "Ya Zafer ya Ölüm" diye yazmışlardı. O sabahın erken saatlerinde geminin bandosu art arda ulusal marşlar çalmıştı.
    Belleisle'nin kaptanı William Hargood, ilk düşman gülleleri yelken donanımını yırtıp geçince mürettebata yere yatmasını emretti. Bir gülleyle Nicolas'ın yanında duran yeni bir acemi erin başı koptu. Nicolas'ın yere yatmak için yapmayacağı şey yoktu ama bir bahriyeli kıtasında komutan yardımcısıydı ve subay olarak ayakta durması gerekiyordu. O da kendisinden yaşça biraz daha büyük olan asteğmen John Owen'a yanaştı. Nicolas yıllar sonra Owen'ın cesareti üzerine, "Bana düşen rolü oynamam için beni yüreklendirdi" diye yazacaktı.
    Britanya Donanması'nın Amiral Lord Nelson komutasındaki 100 toplu amiral gemisi Victory'nin heybetli görünümü de onu yüreklendiriyordu. Nicolas, Nelson'la hiç karşılaşmamıştı. Ama Kraliyet Donanması'ndaki herkes gibi hikâyeleri biliyordu Nelson'ın bir İspanyol gemisini nasıl ele geçirdiğini, sonra onu kullanarak bir ikincisine geçip onu da aldığını; Tenerife'de gece baskını sırasında nasıl kolunu kaybettiğini; yedi yıl önce Abukir'de Fransız donanmasını nasıl yok ettiğini. Başta Nelson varken sonuca kesin gözüyle bakılıyordu.
    Ama bu, kanlı bir çatışma olacaktı. Okul kitaplarında yan yana sıralanan gemilerin bordaya birbirini yenmesi gibi değildi. Nelson, 27 Britanya savaş gemisinden oluşan donanmasını pruva nizamında iki hata ayırmış; dosdoğru bordalarını gördükleri düşman hattına ilerlemelerini ve hattı iki yerden yarmalarını emretmişti. Böylece geyik sürüsüne doğru koşan kurt sürüsü gibi hattı iki yerden keseceklerdi.

  12. #24
    Donanımcı Array
    Üyelik tarihi
    Apr 2005
    Yer
    izmir;manisa;deu
    Mesajlar
    554
    İtibar Gücü
    0

    TAYLAND ŞEHRİNİN DEVLERİ

    TAYLAND ŞEHRİNİN DEVLERİ



    Seyisleri tarafından acımasız bir terbiye eğitimine tabi tutulan evcil filler, ormansızlaşma ve kentsel gelişimin daralttığı yaşam alanlarında, belirsiz bir gelecekle karşı karşıya.



    Khon Kaen kentinde Bom adlı 40 yaşındaki fil ile onun 3 yaşındaki kocaman, huysuz oğlu Minimax'ı ziyaret ettim. Sahipleri tarafından iki seyis ve üç yardımcısına kiralanmışlardı. Anne ve oğlu iyi durumda gözükmekle birlikte, Minimax'ın alnındaki taze yara izleri ve kulaklarındaki delikler dikkatimi çekti. Bunlar, ankus, yani fillerin emirleri uygulamaları için kullanılan ve ucunda madeni bir çengel bulunan değnek nedeniyle meydana gelen yaralardı.
    Sokaklarda çalışmak kolay kazanç kapısı: Filler seyislerinin idaresinde ilerliyor, yoldan geçenlere hortumlarını uzatıyor; seyis yardımcıları etrafa dağılıp devleri beslemek isteyenlere çok yüksek fiyata muz ya da şekerkamışı satmaya çalışırken, kimi zaman reverans yapıyor ya da kafalarını sallıyorlar. İzleyenler ise nezaket icabı veya eğlendikleri için olduğu kadar, fillerin bereketli yağmurlar ve refah getireceğiyle ilintilendirilen inanışlar nedeniyle de para veriyor. Taylandlılar hâlâ şans getirsin diye ya da kolay doğum yapmak için üç kez bir filin karnının altından geçiyor.
    Öğle vakti hava öyle boğucu ki, ekibin sokaklarda çalışmaya başlaması için henüz çok sıcak; dolayısıyla biz de boş bir arazide yabani otların üzerine gerdikleri tentenin altında oyalanıyoruz. Pirinç, acı biber ve meyve dolu plastik torbalar dallara asılmış. Kıvrılmış ve bükülmüş metal parçalarından oluşturulan, üzeri tenteyle kapatılan ve içinde ateş yakılan bir de çukur bulunan bu küçük tapınak, bir ay boyunca yuvaları olacak.
    Bom ve Minimax, seyisler kestirirken ortalıkta gezinmeye kalkmasınlar diye uzun bir zincirle bağlı tutuluyor. Ve uykudakileri bir zil sesi uyandırıyor. Uyku sersemi bir seyisin cep telefonunu, "Evet, tamam" diye cevapladığını duyuyorum. "Eğer bir gece önce kamyonu buraya getirirseniz, Bom'u düğüne götürebilirim."
    Seyisler filleri yıkadıktan sonra, yakın çevrede bağış toplamak için yola koyuluyoruz. "Zu gluay liang chaang, bor krub! -Lütfen filler için muz alın!" diye bağırıyor seyisler. "Minik fil için sadece bir salkım!? Çabucak dükkânlara ve restoranlara giriyor, demir kapıların önünde muzları içerideki insanlara gösteriyorlar. Aynı anda Minimax da kendisine öğretildiği gibi hortumunu içeri uzatıp, kafasını aşağı yukarı hareket ettirerek potansiyel müşterileri muz almaları için teşvik eden sesler çıkarıyor. Ancak etrafta fazla insan yok; iki saat ve sekiz kilometreden sonra toplam 60 baht -2 YTL'den az bir miktar- karşılığında sadece üç salkım muz satabiliyorlar.
    Bom ve Minimax'ın bir gecede 100 dolar kazanabildiği Bangkok'ta kazanç daha iyiydi. Ama hükümet kentlerde sokak fillerinin faaliyetlerine kısıtlamalar getirmeye başladı ve bu ekip de başkentten sürüldü. Her gün kent merkezine ulaşmak için uzun mesafeler yürümeye zorlanan filler egzoz gazını solumak, kirli suları içmek ve çöp dolu hendeklerden bir şeyler atıştırmaktan hasta oluyor. Ayrıca yüksek beton duvarlara tırmanmaya çalışırken ayaklarını kırıyorlar ya da onlara otomobil çarpıyor. Başlangıçta yasak özensiz uygulansa da, fillerin daha insancıl muamele görmesini talep eden kamuoyunun ve bazı Tay kurumlarının baskısıyla kentler kuralları daha sıkı uygulamak zorunda kaldı.
    Yine de filler herhangi bir yerde masraflarını çıkarmak zorunda. Birçoğu yeniden kentlere sızacakları zamanı beklerken banliyölerde oyalanıyor. Bom ve Minimax'ın Khon Kaen'de çalışmalarının nedeniyse kentin eteklerinde kaldıkları sürece yerel polis gücünün onları görmezlikten gelmeleri.
    Akşam çökerken iki fil hızlı motosikletler, havlayan köpekler ve peşlerine takılıp çığlıklar atan çocuklarla ilgilenmeden asfalt yolda ağır ağır ilerliyor. Bir kent sakini, Bom bir hortum dolusu su çekip, kapı girişine püskürterek evini kutsasın diye para veriyor. Seyislerden biri Bom'un uzun kuyruğuna parlak kırmızı bir ışık, Minimax'ınkine de yansıtıcı bir şerit bağlıyor; böylece hayvanlar trafikteki araçlar tarafından karanlıkta da görülebiliyor. Seyyar satıcılar yol kenarındaki tezgâhlarını açmaya başlıyor. İçlerinden bazıları Minimax'a tezgâhlarındaki kavun ve kabaklardan veriyor. Anne-babalar satın aldıkları muzları henüz yürümeye başlayan yavrularına uzatıyor, bir çocuğun yüzünde beliren en şaşkın ifadeyle izlenen devasa Bom da bu muzları dikkatle onların ellerinden alıyor.

Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  


Donanım forumu - Byte Hesaplayıcı - Notebook tamir Beşiktaş - beşiktaş bilgisayar servisi - beşiktaş bilgisayar servis - beşiktaş notebook servisi - beşiktaş servis - Beşiktaş Kamera Kurulumu -
 

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0 RC 2